14 Kasım 2013 Perşembe

İdrak



Âdemoğlu ya da Havvakızı incindiği zaman ne yapıyordu?
a)     İncindiği kadar incitiyor.
b)    Bir seneliğine Rusya’ya gidip, özel bir hocadan ders alıp, dönüp intikam alıyor.
c)     Vur patlasın, çal oynasın günlere hızlı bir geçiş yapıp durumu inkâr ediyor.
d)     Her gün belli dozda katharsise başvurup forma giriyor.
e)     İdrak ediyor.
                                              
                                               *        *        *

         Bir gün bir adam bir kadına ‘Seni seviyorum.’ dedi. Gülümsedi kadın. Bir parıltı geçti göz bebeklerinden ve ‘Ben de seni seviyorum.’ dedi. Sarıldılar. Adam bir hediye paketi çıkardı cebinden. Kadın heyecanla adama baktı, dudaklarını ısırdı. Adam uzattı paketi. Kadın açtı ve ‘Muhteşem!’ diye haykırdı,‘Muhteşem bir kolye sevgilim.’.  Adam aldı kolyeyi eline, kadın sırtını döndü adama ve adam tüm kibarlığı ile taktı kolyeyi kadının o narin boynuna, küçük bir buse bıraktı omzuna. Kadın yeniden adama döndü yüzünü. Göz göze geldiler. Sonra da dudak dudağa…
         Kadın o ana kadar dünyanın en huzurlu, en mutlu, en sağlıklı ve en temiz insaydı oysa.
        
         Bir sabah...
         Gözlerini açtı kadın ve hemen telefonunun ekranına baktı. Ne bir cevapsız arama vardı ne de bir mesaj. Acaba uyanmadı mı? Acaba arayacak mı? Acaba bugün görür müyüm? Acaba…

         Bir öğle vakti...
         Adamın suratı asık, kadının canı sıkkın… Bir kelime dahi konuşmak gelmiyor içinden. ‘Neden?’ diye sormuyor kimse. Çünkü herkes oldukça haklı kendince. Hava çok güzel oysa. Şimdi temiz havada bir çay içmek vardı dışarıda. Ama yok, asla biri alttan almaz diğerini. Çünkü en çok o suçlu kendince.

         Bir gece yarısı...
         Sokak boş, hava soğuk... Kadının elleri buz kesmiş ki zaten normalde de pek ısınmaz. Adamın gözlerinden alevler çıkıyor âdete. Sigara üzerine sigara yakıyor o hırsla. Kadın bağırıyor sürekli. Adam umursamıyor sanki. Sıktığı dişlerinin arasından birkaç kelime dökülüyor arada bir, o kadar. Bazen kalkmaya niyetleniyor adam bazen ise gitmek isteyen kadının kolunu çekiştiriyor sıkıca. Kadın ağlamaya başlıyor. Sonra birden susuyor. Sonra gülüyor. Kendine kızıyor kadın. Neden gidemiyor? Neden git diyemiyor? Kadın eve giriyor sonra. Hep üşümüş, bazen ıslanmış çoğu zaman ağlak bu girişler. Uyku yok, kesik kesik öksürükler ve bu gecelerin sabahında tekrar ve tekrar verilen sözler.

         Yıllar sonra bir gün…
         Kadının bir elinde o kolye diğer elinde de bir mektup. Uzun uzun bakıyor uzun bir yolun sonundan. Gözlerinin feri sönmüş, saçları dağınık, gamzeleri küsmüş. Kolilere toparlamış yıllarını. Ayırmış ‘kırılacaklar’, ‘geri verilecekler’ ve ‘atılacaklar’ diye eşyalarını. Yüklemiş yüklerini omuzlarına, artık kapıyı çekme vakti. Geri dönüp son bir kez bakıyor evine. Kalan her şey toz içinde. Kimi yırtılmış kimi kırılmış kimi ise kirlenmiş. Pislik eline bulaşmış kadının. Eline, tenine ve sevgisine. Hızla çekiyor kapıyı, daha kirli bir yürekle.

         Oysa şimdi git diyen adam ne demişti ona yıllar önce; ‘Gitme, sonbahar oluyorum. Sonrası hiç.’.

                                               *        *        *

         Kadın incinmiş, adam kızgın, insanlar kötü.
         Gitmek istemeyen bir kadın, kal diyemem bir adam ve haddini bilmeyen insanlar.
         Şimdi kadın çok uzakta, adam sessiz, insanlar susmuş.
         Sadece adam hatırlıyor, sadece kadın üzülüyor ve insanlar unutmuş.
         Oysa bir gün kadın iyileşir, bir gün insanlar yanılır ve o gün adam idrak eder.
         Adam idrak eder.