6 Ekim 2013 Pazar

Kendi Önünüzden Çekilin


        Yağmurlu bir Ankara gününde, eğer evdeyseniz yapılacak en güzel şey; polar battaniyenize sarılıp, elinize de bir bardak -ince belli olmak şartıyla- sıcak çay alıp, Rimsky Korsakov’dan Şehrazat’ı dinlemektir.
         En azından ben bugün böyle yapma kararı almıştım. Ama ilk bardağı bitirmeden kuvvetli bir yazma arzusu hissettim parmak uçlarımda. Usulca çekilip camın önünden hemen yanı başımda duran çalışma masama oturdum. Klavyenin üzerinde gezdirdiğim parmaklarımın ardından odada gezdirmeye başladım gözlerimi. Geçerken duvarda asılı olan Türkan Sultan’a bir selam çaktım. Okuma köşemdeki kitapların dağıldığını fark ettim, bir ara elden geçirsem hiç fena olmayacaktı. Gardırop kapağının ucundan sarkan gömlek, kardeşimin yine denediği şeyleri yerine asmadan kaçtığını ele verdi haince. Birden aklıma boşalmak üzere olan buzdolabımız geldi, yağmur yavaşlayınca bir markete gitmeliydim. “Aman yok…” dedim sonra. “…yağmurun lüzumsuz romantizmi işte. Bu aralar yazacak hiçbir şeyim yok!”.
         Durum beni ziyadesiyle asabileştirmiş olacak ki bir hışımla kalktım masadan. Ama bir türlü ilerleyemiyorum. Polar battaniyem sandalyem ile sıkı bir münasebete girmiş olmalı. Çekiyorum gelmiyor. Amansız bir çekişme başladı aramızda. Tam olan gücümle çekip galibiyeti göğüslemeye hazırlanıyordum ki ayağım kaydı ve sertçe sandalyeye oturmuş buldum kendimi. Sinirle arkaya attım yüzüme düşen saçlarımı ve o an gözüm masanın iç kısmına yapıştırdığım nota takıldı; “Kendi Önünüzden Çekilin”. Sinirle karışık bir gülme aldı beni. Bir türlü kalkamamamın sebebi hikmeti belli olmuştu. Derin bir nefes aldım, gittim bir bardak daha çay koydum ve yeniden açtım bilgisayarı.


         ‘Kendi Önünüzden Çekilin’ benim meşhur ‘Altı Çizilen Satırlar’ listemin baş sıralarında yer alıyor bu ara. Bir televizyon programını izlerken çalınmıştı kulağıma. Çok da hoşuma gitmişti. Sahip olduğum halet-i ruh-iyemden olsa gerek o sıralar ihtiyaca binaen bir tat vermişti. Ve bana ilk çağrıştırdığı şey İsra Suresi’nin şu ayeti olmuştu; “Biz, her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.”.
         Kaderimle fazlaca kavga ettiğim o dönemde bir tokat gibi inmişti bu ayet yüzüme. Onca zamandır belki de ilk defa bu kadar iyi anlamıştım söylemek istediğini. Onlarca kişisel gelişim kitabının hep bir ağızdan sayfalarca bağırdığı şeyi tek bir ayet ne kadar da güzel özetlemiş diye düşünüyorum her zikrettiğimde. İşte bu ayetin hemen altına not etmiştim programdan duyduğum o sözü. Benim için iyi bir ikili olmuşlardı. Ara ara okumak, hatırlamak ve düşünmek için masamın en göze çarpan yerine yerleştirmiştim her ikisini de.
         Peki, gerçekten öyle miydi? Biz kendi önümüzde mi duruyorduk sürekli? O kadar bahane, çıkmaz yol, seçenek olmaması... Bunlar hep bizim kendi çabamızla mı alakalıydı?
         Maalesef evet. En azından kendi hayatımın film şeridini şöyle bir geriye sardığımda durumun bu olduğunu görüyorum. Tabii başlarda bir inkâr süreci yaşanıyor. Suçlu, sebep olan, alternatifsizlik… Bahaneler oldukça fazla oluyor. Ama durup bir nefes aldığın zaman esasen işin matematiğinin o kadar da karmaşık olmadığını görüyorsun. Bahane dediğin şey, merkezden kendini ve aslında sana ait olan sorumluluğu çektiğin zaman ortaya çıkıyor. Başka bir yolun olmaması da esasında diğer yolu seçmek istememenden kaynaklanıyor. Ve sen de bunları öğrenmek için canını yakan tecrübelere maruz kalmak zorunda kalıyorsun. Zaferlerin; başarı, hezeyanların; kader değilmiş bu hayatta, anlıyorsun. Sonra da usul usul kendi önünden çekiliyorsun. Ondandır benim kendi evimden kilometrelerce uzaklara kaçmam, yeni insanlar tanımam, daha çok okumam, daha çok düşünmem, daha çok dinlemem, daha çok yazmam.
         “İnişsiz çıkış olmaz kara kuzum.” derdi babaannem. Haklıymış. Ben de şimdi sizlere diyorum ki “Dostlar, inişlerden çıkışlara geçmek kendi önünüzden çekilmeden olmaz!”. Tecrübe ile sabitledim, olmuyormuş.
         Neyse benim ince bellinin dibi göründü. Yağmur ise bir süre daha buraları ıslatmakta kararlı gibi. Ben bir çay daha almaya gidiyorum. Siz de bir daha ki buluşmamıza kadar fona ‘Şehrazat’ ı yerleştirip ara ara hayatınızın film şeridini geriye sarın, fırsat buldukça da kendi önünüzden çekilin derim.