“Muharririn-i Osmaniye’den Beşir Fuad Bey,
evvelki gece, Bab-ı Ali civarında Nallı Mescid mahallesinde vaki hanesinde
facialı bir surette intihar etmiştir.”
(Tarık Gazetesi, 1887)
İşte bu
ölüm ilanından tam 35 yıl önce, 1852’de İstanbul’da dünyaya gelir Beşir Fuad.
Babası Hurşit Paşa, Adana'da mutasarrıflık yapmakta o ise annesi Habibe Hanım
ile İstanbul’da yaşamaktadır. İlk çocukluk çağını varlıklı bir ailenin
imkânları sayesinde iyi bir şekilde geçirir ve eğitimine Fatih Rüştiyesi’nde
başlar. Ancak bu dönemde babasının Suriye’de görevlendirilmesi üzerine ailesi
ile birlikte İstanbul’u terk eder ve yarım kalan eğitimini Cizvit Mektebi’nde
tamamlar. Askeri İdadî'ye başlaması ile İstanbul’a geri döner ve buradan mezun
olmasının hemen ardından da Mekteb-i Harbiye'ye girer. 1873 yılında Mekteb-i
Harbiye’yi bitirince yaver olarak Abdülaziz'in sarayında görev yapmaya başlar.
Yaverliği sırasında Osmanlı-Sırp savaşlarında, yaverliğinin sona ermesinden
sonra da Osmanlı-Rus savaşları ile Girit İsyanı’nın bastırılmasında gönüllü
olarak yer alır. Ardından beş yıl boyunca Girit’te kalır ve bu süre zarfında
Almanca ve İngilizce öğrenir. 1881’de kolağası rütbesi ile İstanbul’a kesin
dönüş yapar. Birkaç yıl daha askerlik sahasında çalışmayı sürdürür.
Takvimler
1883’ü gösterdiğinde ise Beşir Fuad kalemini, kâğıdını eline alır ve belki de
kendisinin bile tahmin etmediği bir yazı hayatının ilk satırlarını karalamaya
başlar. Bu karalamalar, dönemin Enver-i
Zekâ adlı dergisindeki çeviriler ve de aynı zamanda felsefe ve fizyolojiye
ilişkin yazdığı makaleler olarak karşımıza çıkar. Yazı işlerini yoğunlaştıran
Fuad, 1884 yılında iki dergi çıkarır. Bunların ilki karışık bir kadroyla
kurulan ve daha dördüncü sayısında yazarlar arasındaki görüş farkları yüzünden
kapanan Hâver, diğeri ise daha uyumlu
bir kadro ile fen ağırlıklı olarak yayımlanan Güneş'tir. Ancak bu da on ikinci sayısında maddi sorunlar yüzünden
kapatılacaktır.
Beşir Fuad’ın
Güneş ile adını duyurmaya başladığı
günlerde Ahmet Mithat da Tercüman-ı Hakikat’te yazmaktadır. Her
zaman genç kalemleri destekleme taraftarı bir yazar olduğu için makaleleri
yakından takip eder. İncelediği makalelerde diline, bilgisine ve değindiği
konulara hayran kaldığı yazıların altında hep aynı imzayı görmektedir; Beşir
Fuad. Bu gencin başarısını görmezden gelemez ve elinden geldiğince kendi
yazıları vesilesiyle de destek olmaya çalışır. Daha da yakından takip etmeye
başlar ve onunla tanışma arzusunu bildirir çevresindekilere.
Ahmet
Mithat’ın bu arzusu Tercüman-ı Hakikat’ın çalışma odasında oturduğu bir günde
gerçekleşir. Yazdıklarından ötürü bir tıp öğrencisi, isminden ötürü de bir Arap
delikanlısı olduğunu düşündüğü Beşir Fuad, gayet yakışıklı bir asker olarak
belirir kapısında. Küçük bir tanışma
faslından sonra koyu bir sohbete girişir ikili. Edebiyat, bilim, siyaset ve
dünya görüşleri etrafında şekillenen bu ilk sohbet Ahmet Mithat ile Beşir
Fuad’ın dostluklarının temellerinin atıldığı gün olur aynı zamanda.
Birbirini
takip eden günlerde yazı işlerini daha da yoğunlaştıran Beşir Fuad askerliği
bırakma isteğini açar Ahmet Mithat’a. Dostunun iyi bir asker olduğunu ve
devletin böyle bir askere her daim ihtiyacı olduğunu düşünmesine rağmen Mithat
onu desteklemez ancak Fuad’ın fikrini de değiştiremez. Böylece 1884 yılında
istifasını teslim eder Beşir Fuad. Hemen ardından Ceride-i Havadis gazetesinin başyazarı olur. Ancak gazete bir buçuk
ay sonra bir ihbar yüzünden kapatılır. Bunun üzerine Beşir Fuad da dönemin önde
gelen gazetelerinden olan Tercüman-ı
Hakikat ve Saadet'te yazmayı
sürdürür.
Bu geçen
süre zarfında Fuad’ın heybesinde biriktirdikleri artık ortaya çıkmaya başlar. Hem
Girit günleri hem de çeviri eserleri sayesinde fazlaca alakadar olduğu batı
edebiyatı onu daha da kendine çeker. Bu çekim Fuad’ın, dönemin sanat ve fikir akımları
ile etkileşim içine girmesine sebep olur. Pozitif bilimlere önem veriyor olması
aynı zamanda da döneminin yazar ve şairlerini fazla hayalperest bulması onu materyalizme yaklaştıran en önemli iki
neden olur. Bu konuda dostu Mithat ile ciddi anlamda görüş ayrılıkları
yaşarlar. Ancak Fuad fikirlerinde ısrarcıdır. Çünkü onun asıl meselesi; hayal
ve mübalağadan başka bir şey olmadığını düşündüğü divan şiiri ve bu tarzda şiir
yazmaya çalışan şairlerledir. Bu uğurda 1885 yılında yazdığı Victor Hugo adlı eseri Türk edebiyatının
ilk eleştirel biyografisi olarak anılır. Hemen ardından 1886 yılında kaleme
aldığı Voltaire adlı biyografi de
tartışmaların büyümesine ve böylece Muallim
Naci ve Fazlı Necip ile hararetli
mektuplaşmaların başlamasına neden olur. Bu mektuplaşmalar daha sonra İntikad (Muallim Naci ile olan
mektuplaşmaları) ve Mektûbât (Fazlı
Necip ile olan mektuplaşmaları) adlı eserlerde toparlanarak yayınlanacaktır.
“ Mezardan bir sada!
Ey Hâkim!
Ber-hayat iken pek çok lütuf ve iltifatınızı
görmüştüm; hissiyat-ı minnettaranemi son nefesime kadar muhafaza eylediğimi
isbat etmek için kalemimden çıkan son satırları size hitaben yazıyorum.
Şu mektubu aldığınız vakit, elbette
intihar ettiğimi de haber almış olacaksınız. (…) İntihar niyeti bende iki
seneyi mütecaviz oluyor ki, mevcuttur. (…) “
Beşir Fuad
bu satırlar ile başlar, intiharından önce Ahmet Mithat’a hitaben yazdığı
mektuba. Ardından çıkabilecek yalan yanlış haberleri engellemek adına, işin
aslını dostu için kaleme alır. Mektubun sonuna ‘Sebeb-i İntiharım’ diye bir ek iliştirmeyi de ihmal etmez. Çünkü bu
intihar onun için bir buhranın neticesi değil benimsediği fikirleriyle hayatının
son verme törenidir.
İntiharının
nedenlerini anlatmaya şu cümleyle başlar Beşir Fuad: “Validem tecennüm
etmişti.”(Arapça kökenli bir sözcük olan tecennüm, delirme anlamına gelir.) Bu durum onu ilk anda pek sarsmaz, annesini
tedavi ettirmek için elinden geleni yapar. Ancak annesinin intihara ve şiddete
meyilli tavırları evde kalmasına engeldir. Aynı zamanda annesinin ölümü halinde
Fuad’a yüklü bir servet kalacaktır. Bu durum çevresi tarafından da bilinir.
Servete sahip olmak için annesinin ölümüne izin verdiği gibi bir şüpheye yer
vermemek için onu Darü’ş-Şifa’ya yatırır. Vermek zorunda kaldığı bu karar ve bununla
birlikte annesine ait davalarla uğraşmak da Beşir Fuad’ın ruh sağlığını
tamamıyla bozar. Doktoru yardımına koşar. Ona hayli ilginç tedavi yöntemleri
sunar. Beşir Fuad’a beynine sülük yapıştırmasını ve kendini eğlence hayatına
vererek kötü düşünceyi aklından defetmeye çalışmasını tavsiye eder. Fuad da bir
taraftan sülükleri beynine yapıştırır, diğer taraftan da sefahate başlar.
İstanbul’un gece hayatına da tedavi amaçlı bir giriş yapar. Derken bu
sefahat hayatında karşısına çıkan çaresiz bir kadını ona yardım etmek maksadıyla
kendisine metres olarak tutar ve on sekiz aylık bir beraberlikten sonra
ilişkisini bitirir. Bu ayrılığın ardından bir başka aşk daha yaşar Beşir Fuad. Bu
kez beklenmedik şekilde baba olacağı haberini alır ve bir süre sonra da kızı
dünyaya gelir. Fakat Fuad evlidir, iki de oğlu vardır. Artık iki ev arasında gidip
gelen bir hayat başlar Fuad için. Ancak durum öyle bir hal alır ki ne karısını
ne de metresini memnun edebilmektedir. Bu içinden çıkılmaz durum neticesinde
melankoliye saplanmak yerine kendince daha akılcı bir çözüm bulur Fuad; intihar
edecektir. Oturur hesap yapar. Ve bu hesaplama sürecini de şöyle dile getirir ‘Sebeb-i İntiharım’ın son satırlarında:
“Binaenaleyh
daha bir senelik yaşayabildiğim müddetçe böyle yaşarım ve mümkün olmadığı anda
intihar eldedir dedim. Ve böyle bir neticenin muhakkak olması, beni asla
eğlencemden menetmedi. Âdeta bu fikri, yaz gelirse Kâğıthane’ye gideceğim gibi
telakki ettim.
Servetimin
hepsini telef ettim. Bin beş yüz lira kıymetinde akar olarak malım var. Bunu
dörde taksim ettim. Birini zevceme, ikisini iki oğluma ve dördüncüsünü
metresimden olan kızıma terk ettim. Bu parayı ben bir, nihayet iki senede
bitirebilirdim. Sonra çocuklarım açıkta kalacaktı. (…) Bundan başka iki tarafın
da ağlaması beni bizar etti. İntihar vasıtasıyla kendimi bu halden kurtardım.
İşte telef-i nefs etmekliğim bundan neş’et etti.”
Artık Fuad, planladığı sürenin finaline
gelmiştir. O güne de bir önceki günün aynısı olarak başlar. Tercümanı Hakikat’te
geçirir gününün tamamını. İlerleyen günlerde yayınlanacak olan yazılarını
tamamlar, sonra Ahmet Mithat için hazırladığı mektubunu ona bir gün sonra
ulaştırması için arabacısına teslim eder. Ardından evine gider ve odasına
çekilir. Birkaç gün evvel tedarik ettiği kokaini, kalemini ve kâğıdını
masasının üzerine yerleştirir. Son iş olarak da intiharından sonra gelecek
görevli için bir mektup kaleme alır.
“Canib-i zabıtadan gelecek tahkik
memuruna!
Size
anlatmaya mecbur olmadığım bazı esbabdan dolayı, terk-i hayata mecburiyet
gördüm. Kendi kendimi öldürdüm. Benim yazım ve imzam, âlem-i matbuatta bulunan
muharirlerce malumdur. Binaenaleyh beyhude işgüzarlık edeceğim diye, zaten
matem içinde bulunan familyam azası hakkında, bilüzum tahkikata girişip de
onları iz’ac etmeyiniz. Şu itirafnamem intiharın vukuunu müsbittir. Sizin
vazifeniz bu kağıdı alıp bir jurnalle makamına takdim etmekten ibarettir.
Vücudumu
teşrih olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiye’ye teberruan bahşettim. Cenaze oraya
nakil olunmalıdır.”
Evet, artık hazırdır Beşir Fuad. Tıpkı
Ahmet Mithat’a yazdığı mektuptaki bu satırlar gibi tatbik eder intiharını.
“ İntiharımı da fenne tatbik
edeceğim; şiyarladan birinin geçtiği mahalde cildin altına ‘klorit kokain’
şırınga edip buranın hissini ibtal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek
seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim.
Kan
akmakta iken her zaman şiryanı sıkıca tutarak vesair tedbire müracaat ederek
muhafaza-i hayat mümkün olduğu halde azmimden nükûl etmeyeceğim!”
. O kadar soğukkanlıdır ki bu esnada
odasının kapısına gelen baldızını yazı yazdığı bahanesi ile gerisin geriye
gönderir. Ve ardında da kalemi son kez gider kâğıdına.
“Ameliyatımı icra ettim, hiçbir
ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi.
Yazı yazıyorum kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri
girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu
kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı…”
Aslında tüm bunlara bakıldığı zaman Beşir
Fuad'ın intiharında, sanıldığı gibi materyalist düşüncenin doğurduğu kaçınılmaz
bir son ya da bir tür sürüklenme değil de, tam tersine kendi dünya görüşünden kaynaklanan
bir seçme özgürlüğü yani yaşamı ya da ölümü seçme özgürlüğü
söz konusudur.
* * *
Yararlanılan Kaynaklar:
Ahmet Mithat
Efendi, Beşir Fuad (Oğlak Yayınları, 1996)
Beşir Fuad, Şiir ve Hakikat (YKY Yayınları, 1999)
Beşir Fuad, Şiir ve Hakikat (YKY Yayınları, 1999)
Orhan Okay, Beşir Fuad: İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti
(Dergâh Yayınları, 2008)