Sene 1841.
Belki de soğuk bir kış günüydü. Elindeki kalemi masasına bırakıp, iskemlesine
yaslandı Edgar Allan Poe. Önüne dağılmış
bir tomar yaprağı toparladı. Bu tomarın en üstüne denk gelen sayfaya ise
okunaklı bir şekilde şunu yazdı; Morgue Sokağı Cinayeti. Kim bilir, belki de böyle yaratıldı yıllarca
sürecek, rağbet görecek hatta tartışılacak bir türün ilk örneği.
Bilindiği üzere Edgar Allan Poe,
dünya edebiyatında modern polisiye romanın kurucusu olarak kabul görmektedir.
Bu unvana polisiye roman türünün ilk örneğini vermesi ve estetik kriterleri göz
ardı etmeden yazması sayesinde sahip olmuştur. Onun başlattığı bu akım Emile Gaboriau, Arthur Conan Doyle, Maurice
Leblanc ya da Agatha Chistie gibi
isimlerle güçlenerek devam etmiştir. Poe’nun
Dupin’i, Doyle’nun Sherlock Holmes’ü
ve Agatha’nın Poirot’u bize polisiyeyi kabaca şöyle tanımlamıştır; “ Genellikle bir cinayet, zaman zaman da
hırsızlık, adam kaçırma ya da mafyayla mücadele gibi konular üzerine kurgulanan
bu roman türü cinayet(suç), cinayeti işleyen(katil) ve cinayeti çözmeye çalışan
dedektif (polis)’ olmak üzere üç bölümden oluşur.” Başından sonuna kadar merak
duygusunu zirvede tuttuğu için de okuyucular tarafından çok sevilmiş ve her
dönemde rağbet görmüştür.
Dünya
edebiyatını bu denli etkileyen türün edebiyatımızla tanışması ise diğer türlere
nazaran daha kısa sürede olmuştur. İlk roman örnekleri verilmeye başlandığı
andan itibaren polisiye romanlar da yazılmaya başlanmıştır. Polisiye romana
ilgi, ilkin çeviri romanlar aracılığıyla karşılanmaya çalışılmıştır. Bu sebeple
polisiye roman ile ilk tanışma 1881 yılında Ahmet
Münif tarafından çevrilen Paris
Faciaları adlı kitapla olmuştur. Aralarında Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim gibi önemli yazarların da
bulunduğu bu çevirmen grup 1900’lü yıllara kadar yüzlerce polisiye çevirisi
yapmıştır.
Edebiyatımızın
ilk yerli polisiye romanı ise bu çevirmen grubunun önemli isimlerinden biri
olan Ahmet Mithat’ın kaleminden
çıkmıştır. 1883 yılında Tercümân-ı Hakikat’te tefrika olan ve
1884 yılında yayımlanan Esrâr-ı Cinayât, ilk polisiye
romanımızdır. Fazlı Necip, Peyami Safa,
Kemal Tahir, Arif Yesari gibi isimlerle güçlenen bu girişim sonucu 1950
sonrasında popüler polisiye romanlar artık bugün bile erişilmesi güç satış
rakamlarına ulaşmışlardır. Bugüne bakıldığında ise bu türün başını Ahmet Ümit, Osman Aysu, Celil Oker, Pınar
Kür, Emrah Serbes gibi isimler çekmektedir.
Dünya Edebiyat Tarihini Değiştirdi
Dünya Edebiyat Tarihini Değiştirdi
Evet, tam
da böyle demişti Poe’nun biyografi
yazarı Jeffrey Meyers bu çıkışın
önemini vurgularken; "Poe, dünya edebiyat tarihini değiştirdi”. Peki, hem fikir miydik? İşte ben de bunu
merak ettim ve bu yazıyı oluşturmadan önce yaptığım ön hazırlığın
yanı sıra küçük çaplı bir nabız yoklamasında da bulundum. Etrafımdaki insanlara
yöneldim. Eşe dosta, yanımda yöremde kimi yakaladıysam ona belli başlı sorular
sordum.
“Ne tür
romanlar okumayı seversin?” sorusuna verilen cevaplarda polisiye roman
sıralamanın sonlarına atıldı, biraz zorlayınca esasında gerçekten okumaktan
zevk alındığı itiraf edildi. “Polisiye deyince aklına gelen yazar ya da
yazarlar kimdir?” sorusuna tahmin edileceği üzerine genelde Agatha Chistie cevabı verildi. Bazı
cevaplara Arthur Conan Doyle de
eklendi. “ Ya bizim edebiyatımızdan örnek vermek gerekirse?” diye soru
genişletildiği zaman Ahmet Ümit
şüphesiz zirvenin sahibi oldu ve son dönem dizi\film furyasının katkısı
sayesinde Emrah Serbes de cevapların
sonuna eklendi. Benim için sıra en kritik soruya gelmişti; “Peki, sence
polisiye roman edebi bir eser midir? Estetik kaygı taşır mı? Yoksa
popüleritenin bir ürünü müdür?”. Bu soru karşısında gösterilen tepkiler ise
aslında şimdiye kadar okurun duruma pek bu açıdan bakmadığını ortaya koyuyordu.
Kararsızlıklar ve sonunda gelgit yaşayan cevaplar bana tahmin ettiğim tabloyu
sunmuştu; bilmiyorduk. Ne kendisini ne de dünden bugüne gelişini.
Polisiye romanlar, ilk örneklerinin verildiği günden bugüne kadar okurun ilgisini çekme konusunda artan bir grafik izlemesine rağmen edebi tür olarak kendini kabul ettirmede neredeyse 170 yıllık tarihi geçmişine rağmen hâlâ güçlük çekmekte, üvey evlat muamelesine maruz kalmaktadır. Kimileri için “hoşça vakit geçirme, oyalanma aracı” olarak görülürken kimileri için ise insanı günlük sıkıntılardan uzaklaştıran bir “kaçış” yolu olarak değerlendirilir ve bu yüzden “edebiyat dışı” sayılır. Bu olumsuz eleştirilerin karşısında iyi bir polisiyenin iyi bir edebiyat örneği olduğunu ya da anlatımı içinde başvurduğu psikolojik, sosyolojik ve ekonomik çözümlemeler sayesinde sıradanlıktan kurtulduğunu savunanlar da bulunmaktadır.
Esrâr-ı
Cinayât’ dan bugüne gelinceye
kadar polisiye roman hem kurgu hem konu hem de estetik kaygı konusunda kendini
geliştirmiştir. Muhteşem bir kurgu içermesine rağmen estetik kaygı taşımayan Peyami
Safa’nın kaleme aldığı Cingöz Recai’den, fantastik bir polisiye
olarak kurgulanmış ve klişenin dışına çıkmış ama estetik kaygıdan da ödün
vermemiş Murathan Mungan’ın imzasını taşıyan Şairin Romanı gibi
bir örneğe gelinmiştir. Mesela; Ahmet
Ümit de İstanbul Hatırası romanında iyi bir polisiye kurguya sahip
anlatımının içerisine biri gerçek ve güncel, diğeri tarihsel olan iç içe girmiş
iki farklı kurguyu ustalıkla serpiştirmiştir. İşte bu tip örnekler son dönem
Türk romanında polisiye roman türünün geçirdiği değişimi göstermesi bakımından
önemlidir.
Bir polisiye roman severi olarak bu
gibi gelişmelerin polisiye roman tarihi açısından es geçilmemesi gerektiğini
düşünmekteyim. Ben de birçok yazarımız gibi bugüne kadar yapılan olumsuz
eleştirilerin kaynağında ‘bir polisiyenin güçlü bir entelektüel faaliyet
içinde yazılabileceğinin kabul edilmemesi’ nin etkili olduğunu
savunmaktayım. Bu durum okur kitlesinin niteliği ile de ilişkilidir.
Mevcut okur kitlesinin büyük bir kısmı ne yazık ki romanları ‘yaşama dair
kurtarıcı formüller’ veren nesneler olarak görmektedir. Hâlbuki roman
formül vermez, yaşama dair sorular sorar, yaşamın sorgulanmasını sağlar.
Bu acıdan bakıldığı zaman günümüz polisiye roman örnekleri toplumsal,
psikolojik, ekonomik sorunlara eğilerek toplumsal romanın yerini almaya
başlamıştır bile.
Ezcümle…
Ezcümle…
Evet, sevgili okur, ben isterim ki
bu yazı sayesinde kitaplığına bir daha bak, bugüne kadar okuduğun polisiye
romanları gözden geçir, yukarıda sorulan soruları bir de sen cevapla. Tatmin
olmadın mı? Hala polisiye üvey evlat mı diyorsan? O zaman bir Erol
Üyepazarcı, bir Seval Şahin yazısı oku. Yok, bir tane de örnek
eser isterim diyorsan Ahmet Ümit’in “ Polisiye iyi edebiyat değildir
diyenlere açıkça tavır alıp saldırmıştım o kitapla.” dediği Sis ve Gece ‘yi
edin en kısa sürede. Sonra al eline bir bardak çay bir daha gözden geçir benim naçizane
satırlarımı. Hatta eksik bul, yanlışı söyle, suyu bulandır. Ama yeter ki oku.
Yalnızlar Mektebi \ Sayı:5 \ Kasım-Aralık 2013