Daha küçük bir 4. sınıf
öğrencisiydim “eğitim” kavramı üzerine düşünmeye başladığım zamanlar. Her on
yaşındaki çocuk kadar benimde bazı haşarılıklarım vardı sınıfta. Mıntıka
temizliği yaptığımız bir teneffüs sonunda arkadaşımın yüzüne fırlattığım bir
çöp parçası yüzünden öğretmenimizin tüm sınıfa öğütler verdiği bir konuşmanın
içinde buldum kendimi. Öğretmenim arkadaşlarımın yanında küçük düşmemem için
adımı vermiyordu ama dolaylı yoldan uyarıyordu beni cümle sonlarında göz göze
gelmeyi ihmal etmeyerek. Derken şöyle bir cümle ile bitirdi konuşmasını ; “
Hepiniz oldukça başarılısınız, ben size çok şey öğretmişim ama görüyorum ki
aynı oranda eğitememişim.”. Tabi ki bu cümlenin noktasını da gözlerimin içine
bakarak koydu. Ben çok utanmıştım. Dakikalarca yapılan konuşmanın sadece son
cümlesi çınlıyordu kulağımda; “Ben size çok şey öğretmişim ama görüyorum ki
aynı oranda eğitememişim.”. Öğretmenimin sinirden yanlış bir cümle kurduğunu
düşünmüştüm. Zaten öğrendiğimiz bilgiler eğitim demek değil miydi? Ben testlerde
de yazılılarda da sınıfta hep en yüksek notları alan öğrencilerden biri değil
miydim? O zaman neden bana eğitim konusunda eksik olduğumu söylüyordu? Beni
artık tembel mi buluyordu yoksa önceki kadar sevmiyor muydu? Bu kendime
sorduğum soruların cevabını bulmak için midir ya da o gün duyduğum utanç,
üzüntü yüzünden ve öğretmenimin gözünde eski yerimi geri kazanma isteğimden
midir bilmem ama o olaydan sonra bu cümleyi çok düşündüm, buna uygun davranmaya
çalıştım.
Yıllar sonra fark
ettim ki öğretmenimin benim için “veremediğim“ dediği eğitimi aslında ben o gün
almıştım. Şöyle ki; günümüzde kabul gören en genel eğitim tanımı; “Bireyde
kendi yaşantıları yoluyla davranış değişikliği meydana getirme süreci.” değil
miydi? Evet. İşte benim de o gün arkadaşıma karşı yaptığım o yanlış hareket, o
hareket yüzünden öğretmenimin söylediği sözler ve benim o sözler yüzünden
duyduğum pişmanlık sonucu bir daha o hareketi tekrarlamamış olmam eğitimin;
— Bir süreç olduğunu,
— Bireyde davranış
değişikliği meydana getirdiğini ve
— Bu davranış
değişikliğinin bireyin yaşantıları sonucu oluştuğunu haklı çıkarmaz mıydı? Yine
evet.
Şimdi bazı şeyler oturmuyor kafanızda ya da neden bu anıyı anlattığımı ve vereceklerimle ne alakası olduğunu düşünüyorsun. Eğer durum bu ise amacıma ulaşmışım demektir. Şu ana kadar sizde az da olsa kafa karışıklığına sebep olduysam ne mutlu bana. Çünkü ben bilirim ki kafanın karıştığı andır bilinenlerin sorgulandığı an. O zaman gelin şimdi de şu eğitim kavramını bir başka köşesinden sorgulayalım.
Şimdi bazı şeyler oturmuyor kafanızda ya da neden bu anıyı anlattığımı ve vereceklerimle ne alakası olduğunu düşünüyorsun. Eğer durum bu ise amacıma ulaşmışım demektir. Şu ana kadar sizde az da olsa kafa karışıklığına sebep olduysam ne mutlu bana. Çünkü ben bilirim ki kafanın karıştığı andır bilinenlerin sorgulandığı an. O zaman gelin şimdi de şu eğitim kavramını bir başka köşesinden sorgulayalım.
Ne demiştik?
Eğitim; bireyde kendi yaşantıları yoluyla davranış değişikliği meydana getirme
süreci idi. Benim naçizane anım da aslında bu tanımı benim istediğim köşeden
yakalamıştı. Şimdi şu “kendi yaşantıları yolu ile” sözünün altını çizelim ve
şöyle bir geriden bakalım. Esasında burada vurgulanmak istenenin “deneyim”
olduğu konusunda hem fikirizdir muhakkak. Eğitim ve deneyim kelimeleri yan yana
gelince benim için akla gelen ilk isim tartışmasız olarak John Dewey
olmaktadır.
Esasında John
Dewey’in Türk eğitim sisteminde yeri çok eskilere dayanır. Şöyle ki; İsmail
Safa’nın (Özler) Maarif Vekâleti döneminde, John Dewey’e mektup yazılmış ve
inceleme yapması için Türkiye’ye davet edilmiştir. Dewey ise, Maarif Vekâleti
Vasıf Bey döneminde, bu teklife sıcak baktığını ve gelebileceğini bildirmiştir.
Derken 1924 yılında ülkemize gelmiş İstanbul, Ankara ve Bursa’ya geziler
düzenleyerek incelemeler yapmıştır. Bu iki aylık gezi süreci sonunda yapılan
bir röportajda sorulan “ Ülkemizde eğitim konusunda yapılması gereken başka
işler var mıdır?” sorusuna verdiği maddelerce cevabın ilk maddesi “ Öğrenci ile
hayatın, çevrenin irtibatı sağlanmalıdır.” olmuştur. Aslında bu madde benim
baştan beri anlatmaya çalıştığım şeyin özüdür. Gelin şimdi olaya bir de
Dewey’in penceresinden bakalım.
Bilindiği üzere Dewey, eğitimle ilgili görüşlerini,
pragmatist felsefeyi temel alarak oluşturmuştur. Genel olarak pragmatizm yani
faydacılık; doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca eylemlerin
sonuçları ve başarıları ile değerlendiren felsefe öğretisi; eylemin bilgi ve
düşünceye ilkece üstünlüğü görüşüdür. Pragmatist felsefe anlayışının eğitime
uygulandığı akım ise “İlerlemecilik Akımı” olarak adlandırılır. Bu akıma göre;
eğitim ebedi veya ezeli doğruların aktarılması süreci değil, deneyimin sürekli
yeniden inşasıdır. İşte tam burada anahtar kelime grubu verilmektedir; “
deneyimin sürekli yeniden inşası”. John Dewey bu noktada deneyimin oluşumunda
etkili olan iki prensipten bahsetmektedir. Bunlar; devamlılık ve etkileşimdir.
Deneyimde devamlılığın anlamı; her deneyimin daha önceki deneyimlerden bir
şeyler alması ve kendinden sonra gelecek deneyimlerin niteliğini de bir şekilde
değiştirmesidir. Etkileşim ise esasında deneyimi etkileyen nesnel ve içsel
koşulların altını çizmektedir. Çünkü deneyim bu iki koşullar kümesinin
karşılıklı etkileşimi sonucu oluşur. Buna paralel olarak devamlılık ve
etkileşim prensipleri de birbirinden ayrı düşünülemez. Birbirleriyle kesişirler
ve bütünleşirler. Farklı durumlar birbiri ardına gelir yani devamlılık gösterir
ve bu durumlar bireyin içinde bulunduğu içsel ve dışsal koşullardan etkilenir.
İşte tam da burada deneyimin yeniden inşasının ne olduğuna geri dönersek eğer
şu şekilde açıklayabiliriz sanırım; her deneyim kişiyi daha sonra tecrübe
edeceği daha derin ve kapsamlı nitelikteki deneyimlere hazırlamak için bir
şeyler yapmış olmalıdır. Yani her deneyim devamlılık arz etmiş, içsel ve dışsal
koşullardan beslenmiş ve bir sonraki adım için yeniden yapılanmıştır. Buraya
kadar her şey tamam. Devamlılığın da, etkileşimin de deneyim için önemli
olduğu, deneyimin ise eğitim için mühim olduğu konusunda hem fikir olduk
sanırım. Peki, sizce her deneyim eğitimde istenilen ideal sonuca ulaşmak için
yeterli mi? Tabii ki de hayır. Bu yüzden bu noktada eğitimsel olarak kıymetli
olan ve olmayan deneyimler karşımıza çıkmaktadır. Dewey’ bu kilit noktayı da
çok güzel ifade eder; “ Her deneyim bir itici güçtür. Değeri sadece nereye
doğru ittiği bağlamında anlaşılabilir.” der. Şimdi sizler de şöyle
diyebilirsiniz; “ Peki çocuk deneyiminin eğitimsel olarak kıymetli olduğunu ya
da olmadığını nereden bilecek ki kendini yönlendirecek?”. Haklısınız. Ama
meraklanmayın Dewey buna da cevap vermiştir. Eğitimci rolündeki bireyde deneyim
olgunluğunun bulunmasını şart koşmuş ve bir deneyimin hangi yöne doğru
gittiğini görme görevini eğitimciye yüklemiştir. Yani biz eğitimcilerden
deneyim için uygun koşulu yaratmanın yanında aslında istenilen sonucu almamız
için tabiri caiz ise elimizi biraz da taşın altına koymamızı istemiştir. Zaten
eğitimcinin de asıl işlevi burada ortaya çıkmaktadır. Aksi takdirde, eğer
eğitimci derin bakış açısını henüz olgunlaşmamış öğrencilerinin deneyim
koşullarını düzenlemelerine yardımcı olmak için işe yarar bir şekilde kullanmayacaksa,
kendisinin olgun olmasının hiçbir anlamı yoktur. Zaten bu deneyim prensibinin
kendisine sadakatsizlik göstermek demektir. Bu şekilde baştan beri anlattığımız
devamlılık ilkesine yani kendisinin geçmiş deneyimlerinden almış olması gereken
anlayışa ihanet eder. Aynı zamanda deneyim olgunluğunu yeri geldiği zaman
öğrencilerden esirgemek ile onlara haksızlık eder.
Gelelim ben bu kadar şeyi niye anlattım size? Yazının başında da söylediğim gibi daha on yaşındaydım “eğitim” kavramı üzerine düşünmeye başladığımda. Evet, belki de kimilerine abartılı gelmişti başta verdiğim bu yaş aralığı. Zaten ben de şu an aldığım öğretmenlik eğitiminin çekirdeğini oluşturan öğrenci odaklı eğitim sisteminin temellerini atmış John Dewey’in yaklaşımını inceleyene kadar geldiğim noktanın yıllar önce yaşadığım bu minik deneyimimin ürünü olduğunu bilmiyordum. Bence öğretmenim de o gün arkadaşının yüzüne çöp atan öğrencisinin bugün alacağı unvanının anlamını bu denli benimsemiş bir eğitimci adayı olacağını bilmiyordu, bilemezdi. Kim bilir bilse ne kadar mutlu olurdu?
İstedim ki bu yazı bunca zaman ürettiklerimin ve üreteceklerimin esin kaynağı olan biricik öğretmenime belki de ödemekte biraz geç kaldığım vefa borcumun bir nişanesi olsun. Sizin için ise isterim ki; bunca zaman defalarca kullandığınız ama yüksek ihtimal bir kere bile oturup sorgulamadığınız şu “eğitim” ve “deneyim” kelimelerinin üzerine düşünmeniz için bir vesile olsun.
Koza Dergisi\Eğitim
Gelelim ben bu kadar şeyi niye anlattım size? Yazının başında da söylediğim gibi daha on yaşındaydım “eğitim” kavramı üzerine düşünmeye başladığımda. Evet, belki de kimilerine abartılı gelmişti başta verdiğim bu yaş aralığı. Zaten ben de şu an aldığım öğretmenlik eğitiminin çekirdeğini oluşturan öğrenci odaklı eğitim sisteminin temellerini atmış John Dewey’in yaklaşımını inceleyene kadar geldiğim noktanın yıllar önce yaşadığım bu minik deneyimimin ürünü olduğunu bilmiyordum. Bence öğretmenim de o gün arkadaşının yüzüne çöp atan öğrencisinin bugün alacağı unvanının anlamını bu denli benimsemiş bir eğitimci adayı olacağını bilmiyordu, bilemezdi. Kim bilir bilse ne kadar mutlu olurdu?
İstedim ki bu yazı bunca zaman ürettiklerimin ve üreteceklerimin esin kaynağı olan biricik öğretmenime belki de ödemekte biraz geç kaldığım vefa borcumun bir nişanesi olsun. Sizin için ise isterim ki; bunca zaman defalarca kullandığınız ama yüksek ihtimal bir kere bile oturup sorgulamadığınız şu “eğitim” ve “deneyim” kelimelerinin üzerine düşünmeniz için bir vesile olsun.
Koza Dergisi\Eğitim