“Ben otizmi olan bir çocuğum, otistik değilim! Siz düşünceleri, duyguları, yetenekleri olan bir birey misiniz yoksa sadece şişman, gözlüklü ya da sakar bir kişi mi?
Duyusal
algılarım bozuktur. Gündelik yaşam içinde sizin çoğunlukla fark etmediğiniz
kokular, sesler, tatlar, görüntüler, temaslar benim için çok rahatsız edici
olabilir. Sıradan bir market alışverişi benim için tam bir kâbus olabilir.
Alışveriş arabalarının tekerleklerinin çıkardığı o gıcırtılı ses, günün
indirimli ürününü tekrar tekrar anons eden mekanik ses, kasadaki işlem sesleri…
Bu ciddi anlamda aşırı yüklenmedir benim için. Koku alma duyum aşırı hassastır.
Yanımızdan geçen adam o gün duş alamamış olabilir. Bunlar benim için çok
tiksindiricidir. Tüm bunlar beni etkiler, hiçbir şeyi algılayamaz hale gelirim.
Komutlarınızı dinlemediğimi sanmayın. Sizi anlamıyor olabilirim. Bana diğer
odadan seslendiğinizde duyduğum sadece bir işaret dili gibi olabilir. Bunun
yerine yanıma gelin ve basit kelimeler seçerek benimle direkt konuşun. Somut
düşünürüm. Dili sadece sözcüklerin anlamına göre yorumlarım.‘Koşturmayı bırak!’
yerine ‘Arkandan atlı mı kovalıyor?’ derseniz alkım karışır. ‘Çantada keklik’
demek yerine ‘Bunu yapmak senin için çok kolay.’ demelisiniz. Açıkmış,
incinmiş, korkmuş, aklı karışmış olabilirim. Vücut dilime ve rahatsızlık
duyduğumda gösterdiğim tepkilere dikkat edin.
Bir
de bunun tam tersini düşünelim: yaşamın çok ilerisinde bir düzeyde adeta küçük
bir profesör gibi konuşuyor olabilirim. Kullandığım kelimeleri ya da içerikleri
anlamıyor olsam da size yanıt vermek zorunda olduğumda buna başvurabilirim.
Yapamadıklarım yerine yapabildiklerime odaklanın ve bunlar üzerine bir şeyler
inşa etmeye çalışın. Güçlü yönlerimi keşfedin. Sosyalleşme konusunda bana
yardım edin. Dışarıdan bakıldığında parktaki çocuklarla oynamak istemediğimi
düşünebilirsiniz. Oysa bazen bunu nasıl yapacağımı bilmiyor olabilirim. Diğer
çocukları beni oyunlarına davet etmek konusunda cesaretlendirmek işe
yarayabilir. Öfke nöbetlerimi tetikleyen şeyleri bulmaya çalışın. Duyularımdan
biri aşırı yüklendiğinde böyle durumlar ortaya çıkar. Eğer öfke nöbetlerimin
sebebini bulursanız onları önleyebilirsiniz.
Lütfen
beni koşulsuzca sevin! Keşke şöyle olsaydı, keşke bunu yapabilseydi türündeki
düşünceleri kafanızdan uzaklaştırın. Siz ailelerinizin tüm beklentilerini
karşılayabildiniz mi? Otizm benim seçimim değil! Unutmayın bu durumu ben
yaşıyorum siz değil! Sizin desteğiniz olmadan başarılı ve bağımsız bir hayat
sürmem uzak bir ihtimal. Söz veriyorum ben buna değerim!
Sabır,
sabır, sabır… Otizme bir eksiklik olarak değil farklı bir yetenek olarak
bakmaya çalışın. Evet, belki bir sonraki Michael Jordan olmayabilirim ama
detaycı bakış açım ve olağanüstü odaklanma kapasitem ile bir sonraki Einstein,
Mozart ya da Van Gogh olabilirim. Şimdilerde bu kişilerin de otizmli olduğu
düşünülüyor.
Siz
dayanağım olmazsanız bunu başaramam. Benim arkadaşım, öğretmenim olun. Bana
destek verin. Ne kadar yol alabildiğimi göreceksiniz.”
Otizmli
bir çocuğun hislerini okudunuz. Peki, bugüne kadar bu hislerin varlığından hiç
haberdar olmuş muydunuz? Tohum Otizm Vakfı tarafından hazırlanan tanıtım
videosunu izleyene kadar sahip oldukları bu hislerden bende haberdar değildim.
Ama sonra gördüm ki çevremdeki birçok insan bırakın bu hisleri otizm gibi bir
gerçeğin bile farkında değiller. O yüzden 2 Nisan–2 Mayıs Dünya Otizm
Farkındalık Ayı vesilesiyle bu konuda naçizane bir yazı yazmak istedim.
Otizm Nedir?
Otizm,
doğuştan gelen ya da yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan karmaşık bir
gelişimsel bozukluktur. Otizmin, beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen
bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı sanılmaktadır. Otizme nelerin
yol açtığı bugün bilinmemektedir ama kalıtım yoluyla anne-babadan geçmiş
olabileceğinden kuşkulanılmaktadır. Henüz otizm geni bulunamamıştır ama
çevresel faktörlerle tetiklendiği düşünülmektedir. Aynı zamanda her çeşit
toplumda, ırkta ve ailede rastlanmaktadır. Otizm, günümüzde rastlanan en yaygın
nörolojik bozukluktur ve Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezi’nin 2012
verilerine göre 88′de 1 görülme sıklığı vardır. Cinsiyetle ilişkili ortak görüş
ise, erkeklerde kızlardan dört kat daha fazla görüldüğüdür.
Otizmin Belirtileri
Eğer çocuğunuz:
· Başkalarıyla göz teması kurmuyorsa,
· İsmini söylediğinizde bakmıyorsa,
· Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
· Parmağıyla ile istediği şeyi göstermiyorsa,
· Oyuncaklarla oynamayı bilmiyorsa,
· Akranlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
· Bazı sözleri tekrar tekrar ve ilişkisiz ortamlarda söylüyorsa,
· Konuşmada akranlarının gerisinde kalmışsa,
· Sallanmak, çırpınmak gibi garip hareketleri varsa,
· Aşırı hareketli, hep kendi bildiğince davranıyorsa,
· Gözleri bir şeye takılıp kalıyorsa,
· Bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa,
· Günlük yaşamındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa
· İsmini söylediğinizde bakmıyorsa,
· Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
· Parmağıyla ile istediği şeyi göstermiyorsa,
· Oyuncaklarla oynamayı bilmiyorsa,
· Akranlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
· Bazı sözleri tekrar tekrar ve ilişkisiz ortamlarda söylüyorsa,
· Konuşmada akranlarının gerisinde kalmışsa,
· Sallanmak, çırpınmak gibi garip hareketleri varsa,
· Aşırı hareketli, hep kendi bildiğince davranıyorsa,
· Gözleri bir şeye takılıp kalıyorsa,
· Bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa,
· Günlük yaşamındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa
Otizm açısından değerlendirme yapmak
gerekir.
Erken Tanı- Erken Eğitim
Otizmli
çocuklara erken yaşta, tercihen üç yaştan önce tanı konması büyük önem taşır.
Tanı koyabilecek kişiler, yalnızca konunun uzmanı olan doktorlardır. Ülkemizde
otizm tanısı koyabilecek uzmanlar çocuk ruh hastalıkları uzmanları ve çocuk
nörologlarıdır. Otizmli çocukların dış görünümleri diğer çocuklardan farklı
değildir; ancak, davranışları farklıdır. Tanı, uzmanlar tarafından çocuğun
gözlenmesi, gelişim testleri yapılması ve anne-babalara çocuğun gelişimi
hakkında sorular sorulmasıyla konur. Otizmin tanısı 12 aylıktan itibaren
konabilir. Erken yaşta tanı konması, bir an önce eğitimin başlaması açısından
önemlidir. Çünkü otizmli bir çocuk özel eğitim almaya ne kadar erken başlarsa,
o kadar hızlı ilerleyebilir. Eğer çocuğunuza otizm tanısı konmuşsa; eğitsel
değerlendirmesinin yapılması, eğitim ortamına yerleştirilmesi ve devletin
sağlayacağı özel eğitim desteğinden yararlanması için ilinizdeki ya da
ilçenizdeki (RAM) Rehberlik Araştırma Merkezi’ne başvurmanız gerekir. Otizmli
çocuklara haftada en az 20 saat, tercihen 35–40 saat süreyle ve otizmli
çocuklar için özel olarak hazırlanmış eğitim programlarıyla özel eğitim
verilmesi gerekir. Özel eğitimin yanı sıra özel eğitime destek olarak verilen
dil-konuşma ve uğraşı terapilerinin de katkısı büyüktür.
“Bu konuda kime güvenebilirim?”
derseniz…
İşte bu konuda Türkiye’de karşımıza
üzülerek söylüyorum ki sadece bir tane güvenilir kurum çıkıyor. O da Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı. Bu vakıf ‘otizm ve yaygın gelişim
bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma
kazandırılmasına öncülük edilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması
amacıyla 15 Nisan 2003 tarihinde kurulmuş bir sağlık ve eğitim vakfıdır. Benim
de yazıma kaynaklık eden ulaşılması oldukça kolay iletişim alanlarına sahiptir.
Merkezi İstanbul’da bulunmasına karşın web sitesi, eğitim portalı, basılı
yayınları ve sizin de kitle iletişim araçları vasıtasıyla haberdar olduğunuz
birçok projeye ile yurt genelinde bilgi ihtiyacı hisseden her bireye
ulaşmaktadır.
Peki,
ben bu yazıyı neden yazdım?
Bundan
yaklaşık bir sene önceydi. Ardı ardına iki film izlemiştim; Okyanus Cenneti ve Temple Grandin. Bu
iki filmden o kadar etkilenmiş olmalıyım ki hayatımda belki de ilk defa otizm
ve varlığı dikkatimi çekti. Hemen sözlük anlamından başlayarak günümüzde,
yurdumuzda ve dünya kapsamında neler yapıldığını, nerelere gelindiği öğrenmeye
koyuldum. Sonra durup bir soluklanınca bir çocuğumun olmasından ziyade ‘Otizmli
bir çocuğumun olması durumunda ne yaparım?’ sorusunu kendime sordum. Yanıt koca
bir tedirginlik oldu. Eminim Dafu’nun babası ( Okyanus Cenneti filmindeki
otistik gencin babası) ve Temple’nin annesi (Temple Grandin filmindeki otistik
genç kızın annesi ) de bu soruyu kendilerine hiç sormamışlardı. Tıpkı hepimizin
anneleri, babaları gibi. İşte cevaptaki o koca tedirginliğin sebebi de bu
gerçekten bihaber halimizdi.
Dürüst
olmak gerekirse çevremizde otistik bir birey gördüğümüz zaman tedirgin oluyor,
onlardan uzaklaşıyor sonra da uzaktan şefkat gösteriyoruz. Belki de farkında
olmadan bu uzaktan şefkat gösterimiz ile onları ötekileştiriyoruz. Ama onlar
ötekiler değil ki? Geldiğimiz koşullar sayesinde ırkları bile ötekileştirmemeyi
öğrenen biz 'görünüşteki sağlıklı' bireyler otistik bireylere farklı bir
ırktanmış gibi davranıyoruz. İlk defa bir Asyalı görmüş siyahî merakıyla
bakıyoruz onlara. Ya da tedirginliğiyle mi desek?
Otizm
farklı bir ırk değil, otistik birey de bir vebalı değil, onların ki bir fark
değil. Sadece hassasiyet. Daha hassaslar; seslere, kalabalığa, temaslara ve
gördükleri her şeye karşı. Evet, bu durum onları sosyal yaşam anlamında
zorluyor ama bu hassasiyetleri sayesinde gördüğünü, öğrendiğini aynen ve
hatasız yapan ender insanlardan biri de oluveriyorlar bir anda. Üç boyutlu
düşünmek, gördükleri her şeyin bir resmini çekip hafızalarında saklamak, bizim
yalnızca bir çizim olarak gördüklerimizi zihinlerinde harekete geçirmek onları
farklı değil özel kılmalı. İşte bu özellikleri keşfedip tıpkı bir Temple gibi
üretici beyinler yetiştirmeli. Ki yazının başında bahsettiğim Einstein, Mozart
ya da Van Gogh gibi örnekleri görmezden gelmemek lazım.
Bunun
için ne mi yapmalıyız? Sadece onları anlamak ve onlara sarılmak yeterli
olacaktır. Biz görünüşte sağlıklı bireylerin çoğu kez önemini tam olarak hissedemeden
ve gün içinde defalarca gerçekleştirdiği o sıradan sarılma eylemi onlar için
yeni dünyaların kapısı, besinden daha gerekli, uykudan daha huzur verici bir
şey. Gözlerine bakmak ve gözler yardımıyla onu sevdiğini, ona saygı duyduğunu
ve ona inandığını söyleyebilmek tüm tıbbı eylemlerden daha yararlı ve sonuç
verici.
Peki,
şu şartlarda elimizden ne gelir derseniz cevabım tek bir kelime de saklı
olacaktır; ‘Farkındalık’. Birçok konuda olduğu gibi otizm konusunda da en çok
ihtiyacımız olan şey; Farkındalık. En azından bu yazı vesilesiyle Tohum Otizm
Vakfı’nın web adresine bir göz atarsanız, yine Tohum Otizm Vakfı tarafından
basılan Resimlerle Düşünmek adlı kitabı edinirseniz ya da Okyanus Cenneti,
Temple Grandin, Yağmur Adam gibi filmlere kıymetli vaktinizi ayırırsanız hem
altını çizdiğimiz farkındalığa bir adım daha yaklaşmış oluruz hem de benim bu
yazıyı yazma amacımı gerçekleştirmeme yardım etmiş olursunuz.
Bugün
2 Nisan. Bugün ‘Dünya Otizm Farkındalık Ayı’nın ilk günü. Siz de bir günlüğüne
bile olsa Otizm’i fark eder misiniz?